Ayca’yı bir arkadaşımın tavsiye ile keşfederken böyle genç yaşta kendini geliştirmeye adamış bir kadın olarak hiç düşünmemiştim sanırım. Portreleri ile bizi bambaşka ruh hallerine sürükleyen başarılı ressam Ayca Güney, Bursa’dan Ankara’ya, akabinde Almanya ve Milano’daki kapsamlı eğitim hayatını bitirdikten sonra çocukluk aşkı resme yöneliyor ve geçtiğimiz yılki The Global Art Awards 2017 ödülünün sahibi oluyor. Güney’in ödül aldığı tabloyu, Ortadoğu’nun sert coğrafyasında başarılı ve genç bir kadın olarak aldığı bu ödülden sonra, aslında bu coğrafyaya özgü tüm ruh hallerindeki güçlü kadınların ortak duygusu olarak tanımlamak yanlış olmayacak sanıyoruz. Sanatın derinleştiren ve geliştiren öyküsüne güzel bir imza atan bu genç kadını biraz daha yakından tanımak için sizi aşağıdaki sohbetimize buyur edelim. / Tugba Dal
Ayca Güney, sadece Türkiye’de değil global alandaki güzel başarılarıyla da tanınmaya başladı. Seni tanımayanlar için Ayca Güney’i biraz senden dinleyebilir miyiz?Çocukluğumda müzik dinlerken, kitap okurken daima çizim yapardım. O zamanlar bir sanatçı olacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Matematik, fizik dersleri ve testler arasında yaptığım resimler de normal görülüyordu. Bursa’da doğdum. Daha sonra yetenek sınavıyla üniversiteyi kazandım ve iç mimarlık eğitimi almak üzere Ankara’ya taşındım. Bir dönem Almanya’da FH Mainz’de Erasmus programıyla eğitimime devam ettim. Buradan imm Köln Fuarı’ndan ‘’Best Architectural concept 2010’’ ödülünü alarak döndüm. Mezun olduktan sonra İstanbul’da bir süre farklı tasarım ofislerinde çalıştım. Daha sonra Domus Academy Milano’da Ürün Tasarımı üzerine yüksek lisans yaptım. Eğitimim sırasında Miriam Mirri’yle çalıştım. Hayatım bu süreçte köklü olarak değişmeye başladı. Okuldaki eğitim, sanat ve tasarımı bir araya getiren ve bizi kendi yolumuzu bulmak konusunda teşvik eden, özgürleştiren bir eğitimdi. Okulu bitirip, Türkiye’ye döndükten sonra, çocukluğumdan beri severek yaptığım ve hiç bırakmadığım resme ağırlık verdim.
Portrelerinle ön plandasın. Karakterize ettiğin yüzlerdeki mimikler çok farklı. Kimi zaman kaygı, kimi zaman merak, kimiz zaman da garip durağanlık var. Nasıl gelişiyor ya da birleşiyor tüm bu duygular?
En ilkel çağlarda semboller ve imgeler, insanların ilk iletişim araçları olmuşlardır. Örneğin, yeraltı mezarlıklarında bulunan ve Fayyum Portreleri, Mısır’ın Roma İmparatorluğu egemenliği altında olduğu dönemde; M.S.1–3. yüzyıllar arasında gerçekleştirilmiştir. Fayyum Portreleri, yitip gitmiş bir dünyanın bir anlık da olsa gözümüzde canlanmasını olanaklı kılmaktadır. Bu portreler, bizden binlerce yıl önce yaşamış olan bu farklı ulus, kültür ve inançlardan insanların, artık yaşamıyor olsalar da bir zamanlar bu dünyada tıpkı bizler gibi yaşamış olduklarını kavramamızı sağlar; yaşamın bizlere bir armağan olduğunu ve her zaman da öyle olacağını doğrularlar. O nedenledir ki portreleri yapılan kişilerin bakışları günün birinde yitip gideceği bilinen hayat üzerinde yoğunlaşır. Bu şekilde, sanatçı ne yapıyor? O anı durduruyor, derinleştiriyor, keskinleştiriyor ve anlam verip hayatımızın içinde yerli yerine oturmadığımız bir duyguyu, onu kavrayıştaki güzelliği bize tattırıyor. Benim duygum bir başkasının da duygusu. Kaygı, merak ya da durağanlık… Resimde portreler, bizi insan yapan çizgiyi tanıyabilmemizi sağlıyor. Resmederken ben bir başkasına dönüşüyorum ve resimlerim ortaya çıktıktan sonra, içerisi ile dışarısı arasındaki mükemmel bütünlüğü temsil ediyor.
Portrelerinde ilham aldığın en çok insanlar mı yoksa durumlar mı oluyor?
Her ikisi de! Çocukken aile fotoğraflarımızı, basılı olarak albümlerde saklardık. Bu şekilde anneannem-dedem, ya da onların teyzesine ve halasına bakarak fotoğraflarla aile ağacımı bulmaya çalışırdım. Bir aile geleneği olarak, bu kişilerden bazılarının fotoğraflarını büyütüp, duvara asmıştık. 90’larda sevdiklerimizin vesikalıklarını cüzdanlarımızda sakladığımız günleri hatırlıyorum. Evet, eskiden kendimizin ve sevdiklerimizin portrelerini basılı albümlerde biriktirirdik. Şimdi dijital olarak cep telefonlarımızda. Bu şekilde bir fotoğraftan yola çıkılarak portreleri resimlemek mümkün. Resimde her çizgi ne olduğunuzla renklenir. Olduğunuz şeyse hayat hikayenizdir. Hayatta er ya da geç bir noktada insanın kendi kendisinin bilincine varması gerekiyor. Portrelerim bana ve izleyicilerine bakmaktan vazgeçmiyorlar. Bir ayna görevi görüyorlar. Resimlerimle hepimiz birbirimize bağlıyız, aynı zamanda çok farklıyız. Hepimizin portrelere ihtiyacı var.
Akımlardan etkileniyor musun? Portrelerin verdiğin vurgularda ne kadar etkili?
Müzeleri ve güncel sergileri gezmeyi çok seviyorum ama kendimi bir akıma ait hissetmiyorum.
Sadece portreler değil, arada hareketli portrelerde işlerinizde gözümüze çarptı. Sanatta dijitalize olmak hedeflerinden biri mi?
Sanırım dijitalliğin şu aşamada bana en büyük katkısı; geçmişten günümüze, birbirinden renkli ve farklı portre fotoğraflarına çabuk ulaşabiliyor olmak. Neyseki yaşam alanlarımız henüz, tamamen dijitalleşmedi. Evet, bazen resimlerimi, dijital olarak canlandırıyorum ancak; hedef olarak belirlemedim. Yalnızca, üretmeye devam ediyorum.
Geleceği dair Ayca Güney’in planları nelerdir?
Bugünlerde insanlarda gözlemlediğim şu; sürekli şüphe içindeyiz ve telaşlıyız. Durup düşünmeye zamanımız yok. Gürültülü, bazen neredeyse agresif etkinliklerde bir araya gelen insanları gözlemliyorum. Dışarda aranan ve aradıkça bulunan ya da kaybedilen şey nedir? Yalnız hissetmemek için bu beraber olma arzusu bence çok talihsiz bir gösterge. Her insanın kendine dönmeye ve kendiyle kaldığında sıkılmamaya ihtiyacı vardır. Ben kendimin yüzünde başkalarını, başkalarının yüzünde kendimi arıyorum. Yüzlerle ve renklerle şekillenen farklı fikirleri karakteristik buluyorum ve bence hepimizin bulmaya ihtiyacı var.
Son olarak The Global Art Awards’tan bahsedelim. Tebrik ederiz! Gerçekten çok güzel bir başarı. Neler hissettin?
Teşekkür ederim! The Global Art Awards 2017′de Ortadoğulu Kadın Sanatçı Ödülü’nü aldım. Günümüzde Ortadoğu denilince akla gelen, türlü çıkar oyunlarının, büyük kavgaların, sonu gelmeyen hesaplaşmaların ardında bir sorun daha var ki hala günümüzde dahi üzerine yeteri kadar emek sarf edilmeyen ve çaresizce kabullenilen: Kadının kimliksizliği. Libya, Mısır, İran gibi ülkeler sadece kadın haklarının kısıtlı olduğu yerlere birkaç örnek. Orta Doğu’daki kanlı savaşın içerisinde yaşam mücadelesi veren kadınlar, aynı zamanda var olan diktatörlük rejimlerine karşı haklarını savunmak zorunda. Erkeklerin yazdığı, oynadığı ve yönettiği bir sahnede onlar her daim izleyici olarak var oluyorlar. İran’ın şeriat yasaları çerçevesinde yönetilmesi nedeniyle kadına birçok kısıtlamalar getirilmekte ve kadının kimliği, cinselliği, katı kurallarla bastırılmakta. Günümüzde Ortadoğu’da dünyaya kadın olarak gelmek renksiz bir yaşama kapı açmakla eş değer. Tüm bunlarla birlikte, geçmişten günümüze doğduğum coğrafyanın kültürel birikiminin zenginliğini biliyorum. Umut, renk ve çeşitlilik olmadan, yaşamın olacağını düşünmüyorum. Sanat iyileştiriyor, birleştiriyor ve dönüştürüyor. Ben duygularımla çiziyorum. Ödül aldığım resim bir kadının portresi. Görülen o ki, benim görsel dilim, bir başkasının duygusuna kolaylıkla ulaşabiliyor. Sanatım dürüst ve insancıl olmakla birlikte, doğduğum coğrafyanın değişken ruh hallerini de yansıtıyor. Bu anlamda aldığım ödülün tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca teşvik edici.
Ayca Güney
https://www.aycaguney.com/